Tüm ders saati boyunca en aktif olan anlatan, gösteren öğretmen, hoca olarak bizsek, çoğu zaman kendi kendimize ve öğrencilerimize pek bir şey katmadan dersler icra ediyoruz demektir. Öncelikle ders bizim için değil, öğrenci içindir.
Genellikle sınıflara baktığımızda ya da kendi öğretmenliğimizi, hocalığımızı düşündüğümüzde öğretmen olarak derste konuşma zamanımız öğrencilerden fazla ise bir yerlerde hata var demektir. Öğretmenin görevi tüm dersi gasp etmek değil, dersi öğrenciler arasında üleştirmektir. Ne kadar fazla öğrencilere söz veriyor, dersimize katıyorsak o kadar da öğrencilerin öğrenmesine, öğrendiklerini içselleştirmelerine yardımcı oluyoruz demektir. Alanına hâkim ve alan bilgisi yüksek bir öğretmen, hoca bu noktadan hareket ederek tüm dersi kendine ayıramaz, ayırmamalı. Böyle bir durum söz konusu ise her ne kadar işimizi yapıyor görünsek de aslında bunun tersinin geçerli olduğunu aklımızdan çıkarmayalım. Klasik formatta bir ders, öğretmenin, bazı adımları atlayarak söylüyorum, öğretmenin bilgi vermesi ile başlar ve bu ders verme dersin büyük çoğunluğunu kapsar. Hatta tüm ders boyunca bilgi vermekten başka bir olayda olmaz. Sınıftaki tahtayı dersimizin içeriğini oluşturan bilgi ile doldurmak, yetmedi silip silip yeniden doldurmak ve ders bitiş zamanı gelince dersimizden işimizi yapmış olmanın verdiği huzur ve mutlulukla ayrılmak diye bir şeyin söz konusu olmaması gerekir. Ders zamanını çok verimli kullandığımızı düşünsekte, işin aslı bu değildir. Böyle yapıyorsak az da olsa bir şeylerin bizi rahatsız, huzursuz ve mutsuz etmesi gerekir. Tüm bunları yaparken öğrencilerimizi mi unuttuk acaba? Herhangi bir soru sormadık mı onlara, herhangi bir soru sormalarına, yorum yapmalarına müsaade etmedik mi? Konuyla ilgili herhangi bir ölçmeyi sürece dâhil etmeyip sadece dersin-sürecin sonuna mı attık? Hatta daha da öteye gidip yazılılarda, vizelerde ve finallerde mi öğrenmelerini kontrol ettik? İşçinin alın teri kurumadan, emeğinin karşılığını vermek gerekir derler. Acaba biz öğretmen, hoca olarak çok mu geç veriyoruz bu karşılığı. Bir ders halı saha gibidir. Eğer maç esnasında arkadaşlarına pas vermez, sürekli çalım yapar, şahsi ve bencil oynarsan, takım arkadaşlarının hiçbiri yaptığı maçtan zevk almayacak belki bu yönünü kendi aralarında eleştirip bir dahaki maçlara seni davet etmeyeceklerdir. Benzer şekilde derste de sadece ve sürekli bilgi aktarımı yapmak, öğrencilerimizin anlattıklarınızdan veya derse getirdiklerimizden bir şeyler alamamalarına, sıkılmalarına ve sonraki derslerimize de kendilerini kapatmalarına neden olacaktır. Bu sebeple ders öğrenciye değil, öğrenci ile birlikte işlenir. Bunu aklımızda tutarak, ders içeriğinin üzerinde düşünerek içeriğe uygun materyaller, aktiviteler ve karşılıklı soru-cevaplar dersimizin olağan bir parçası olmalı ve öğrencilerimizin bu süreçte daha aktif ve katılımcı olmalarını sağlamalıyız. Öyle sen otur dinle, ben anlatayım, göstereyimle işimizi doğru yapmış olmayız. Bu bir takım oyunu. Tek bir yıldızla değil, takım olarak yıldızlaşarak dersimizden hem bizim hem de öğrencilerimizin keyif almasını sağlamalıyız. Bu noktada öğretmen, hoca olarak kendimizin konuşma zamanını dersteki sorular, materyaller, aktiviteler ve etkinliklerle azaltmalı ve sürecin içinde öğrencinin daha fazla yer aldığı öğretim düzenekleri planlamalıyız. Böylelikle öğretim işinde bilgi aktarımda kendimizi çok yormamış hem de öğrencilerimiz daha iyi rehberlik yapmış olur ve onlara daha zengin öğrenme olanakları sunarız.